15 Aralık 2016 Perşembe
12 Aralık 2016 Pazartesi
Bipolar Bozukluk (Manik Depresif Hastalık - İki Uçlu Bozukluk)
Arkadaşlar, merhaba... Bugün sizlerle kendimde belirtilerini gördüğüm bir psikolojik evreden bahsedeceğim. Umarım araştırdığım konular üzerinden verdiğim -alıntı bilgilerin sizlere de faydası olur. Başlayalım...
Aşağıdaki belirtilerden herhangi birini yoğun olarak yaşıyorsanız; kesinlikle bir doktora başvurmalısınız.
1) Bipolar Mani veya Hipomani
-Yersiz/aşırı neşe hali, ya da öfke sinirlilik/agresyon
-Aşırı konuşma, konudan konuya atlama
-Abartılı özsaygı
-Alışılmışın dışında enerji, daha az uyku ihtiyacı
-İmpulsivite, düşüncesizce doyuma ulaşma isteği(alışveriş çılgınlığı, ani seyahatler, aşırı ve bazen rastgele seks, yüksek riskli iş yatırımları, hızlı araba kullanma)
~
2)Bipolar Depresyon
-Depresif ruh hali ve düşük özsaygı
-Her zamanki aktivitelere karşı ilgi ve haz eksikliği
-Düşük enerji seviyesi
-Üzüntü, yalnızlık, çaresizlik, suçluluk duygusu
-Uykusuzluk veya aşırı uyuma
-İntihar düşüncesi, girişimi
-Düşük konsantrasyon
4 Aralık 2016 Pazar
Kayıp Sembol
Merhaba, arkadaşlar... Bugün sizlere bir kitap önerisinde bulunmak istiyorum. Kitabımızın adı: Kayıp Sembol. Öncelikle söylemek istediğim şey; Dan Brown eserleri arasında ilk okumanız gereken kitap bu değil.
Sıralama şu şekilde olmalı bence. Melekler ve Şeytanlar, Da Vinci Şifresi, Kayıp Sembol, Cehennem. Çünkü karakterimiz aynı. Robert Langdon. Aslında karışık da başlayabilirsiniz, ancak kitaplar arası minik detay göndermeleri var. Benim gibi takıntılı biriyseniz buna kesinlikle dikkat eder ve sıralamaya saygı duyarsınız. ,
Şimdi biraz kitap ve yazarıyla ilgili bir şeyler izah edeyim...
Şimdi biraz kitap ve yazarıyla ilgili bir şeyler izah edeyim...
Dan Brown, okuduğunuz yazarlar arasında en iyi kurguları yapabilen ve sahip olduğu bilim, din, felsefik paradigmaları eserlerinde son derece güzel kullanabilen bir adam. Okutuyor kendini adam yani. Sıkılmıyorsunuz. Hatta kitaplarında öğrendiğiniz bir sürü bilgi oluyor; not alabilirsiniz. Yazarın, bu kitapta etkilendiği ve ifade etmek istediği konu masonluk. Büyükbabasının mason olduğunu kendisi de ifade etmişti zaten. Sanırım ilham aldığı kişi büyükbabası. Bu kitapta (Noetik Bilim, Felsefe, Masonluk, Bilim, Din) gibi başlıklardan güzel bilgiler edineceksiniz. Vizyonunuz genişleyecek. Kitaba konusal olarak bakarsak; başrolünde yine Robert Langdon var. Profesör Langdon'a sabahın erkek saatinde telefon gelir ve en yakın arkadaşlarından bir tanesinin sekreteri Langdon’u Washington’daki konferansta konuşma yapması için çağırır. Yanında yıllar önce arkadaşının (Peter Solomon) ona saklaması için verdiği paketi getirmesini de ister. Langdon konferans salonuna geldiğinde salonda kimseyi bulamaz. Telefonda ne olduğunu anlamaya çalışırken karşısında gizemli bir ses (Mal'akh) bulur ve dahası giriş salonunun ortasında kesik bir el ortaya çıkar. El Langdon’un en yakın arkadaşının (Peter Solomon) elidir ve telefondaki ses arkadaşını tekrar görmek istiyorsa Washington’daki gizlenmiş sırrı gece yarısına kadar bulmasını ister. İnanılan gizlenmiş sır insanı Tanrı’ya dönüştürebilmektedir. İnanışa göre bu gizlenmiş sırrı bulmak için Washington’da gizlenmiş olan piramidin bulunması gerekir. Piramit aslında bir haritadır ve sırrın nerede saklı olduğunu gösterir. Bunun üzerine Langdon ilk olarak piramidi bulmaya çalışır ve bunun için çok çaba sarfetmesine gerek yoktur. Fakat piramit tamamlanmamıştır ve dahası üzerindeki mesaj çok basittir. Langdon daha sonra ona saklaması için verilen paketin piramidi tamamlayan parçası olduğunu anlar fakat piramidi inceledikçe haritayı ortaya çıkartmanın ne kadar zor olduğunu anlar.
Olaylar böyle devam eder...
Olaylar böyle devam eder...
Bu kitapta etkisinden kurtulamadığım karakter: Mal'akh. Yani, kitabın "zehri" bu karakter diyebilirim. Kesinlikle Dan Brown efsanevi betimlemeleriyle bu karaktere bir büyü vermiş. Hani kitabı bırakırsınız ve uyursunuz ya, sonra rüyanıza etkilendiğiniz karakter girer. Bu kitabın rüyanızda bırakacağı karakter, Mal'akh. Net. Tüm detayları yakalayın, ama bu karaktere başka bir gözle bakın. Neyse, devam edelim... Dan Brown kitaplarında İstanbul göndermelerini de seviyor sanırım. Bu kitabında Kartal Soğanlık Cezaevi geçiyor. Görünce şaşırmıştım ama hoşuma gitmişti. Son olarak söylemek istediğim; bu kitabın finali beni çok etkilemedi. Yani, ben 20 sayfa öncesinde finale ulaştım; sonrasında okuduklarım biraz beyhude geldi bana. Tek eleştirim bu -olumsuz anlamda. Kitabın son sayfasında "Tanrı, hepimizin paylaştığı semboldü" sözü final için not aldığım cümle oldu. Saygılarımla...
29 Kasım 2016 Salı
Geceye Bir Cümle Bırak
Senindir benim bildiğim tüm hücrem
Yüzüm sana ait
Gözlerim sana varmış gün batımları
İçimde tuttuğum her dilek
Aynada seni izleyişim
En büyük umuttur
Kirpiklerinin kıyısında dinlenişim
Dile bizi
Seni bildim, daha yeni öğrenirken mevsimi
En güzel yarınız biz
Bastığın toprak, gül bahçe yüreğimde
Senin adındır ne varsa ezberlediğim
Gör bizi
Sarıl içimize
Düşlü yağmurlarım sana birikmiş
Akıttığım tuzlu damlalar dudağımda
Sana içilmiş
Sarhoş et bizi
Dile düşsün görülen bu en güzel aşk
Ey güzel yüzü, yüzümün
Neyi konuşsam seni anlatıyorum
Bir baharız biz
Ben her yeni gün sana açıyorum
İçimin en iç yanı, sol yanım
Uzattığım ellerin her parmağı
Birer papatya sana
Hepsi tek şık
Seviyor
Seviyor
Seviyorum...
-Alıntı
Yüzüm sana ait
Gözlerim sana varmış gün batımları
İçimde tuttuğum her dilek
Aynada seni izleyişim
En büyük umuttur
Kirpiklerinin kıyısında dinlenişim
Dile bizi
Seni bildim, daha yeni öğrenirken mevsimi
En güzel yarınız biz
Bastığın toprak, gül bahçe yüreğimde
Senin adındır ne varsa ezberlediğim
Gör bizi
Sarıl içimize
Düşlü yağmurlarım sana birikmiş
Akıttığım tuzlu damlalar dudağımda
Sana içilmiş
Sarhoş et bizi
Dile düşsün görülen bu en güzel aşk
Ey güzel yüzü, yüzümün
Neyi konuşsam seni anlatıyorum
Bir baharız biz
Ben her yeni gün sana açıyorum
İçimin en iç yanı, sol yanım
Uzattığım ellerin her parmağı
Birer papatya sana
Hepsi tek şık
Seviyor
Seviyor
Seviyorum...
-Alıntı
Geceye Bir Cümle Bırak
Nefesini solumuş bir odadır yüreğim senden sonra
Adının anlattığı güzel ne varsa masum
Dudağından dökülmüş her hece deniz kıyısı
İyi huyum benim, güzel yanım...
Seni anmak en büyülü ışığın süzmesidir soluma
Hangi cümleyi iliklesem ben yüzüne
Bir başkası ilmek oluyor boynuma
Seni hatırlamalı
Seni kanatmalı en kırgın gecelerde
İyi bir şarkının nakaratında senden söz etmeli
Papatyalardan taç takmalı sana varacak yollara
Seni bırakmamalı
Kim varsa haykırmış gidene
Senin yüzüne doğru bakmalı
Anmalı seni güzel bir çocuğun gülüşünde
Senin gitmeni adlandırmamalı
Sen dünyadaki bütün iyi şeyler gibi kaldın
Adın cumhuriyet gibi değerli soluğumda
Okunmuş bütün dualarım sana iyi niyetler bırakır
Topla bütün bavullarını yüreğimden
Bana her telaş seni hatırlatır
Seni bir bahar gelip alacak
Beni söyle ona
Seni istediğin her yere bırakır
Bir kalbi ancak bir kelebek taşır...
-Alıntı
Adının anlattığı güzel ne varsa masum
Dudağından dökülmüş her hece deniz kıyısı
İyi huyum benim, güzel yanım...
Seni anmak en büyülü ışığın süzmesidir soluma
Hangi cümleyi iliklesem ben yüzüne
Bir başkası ilmek oluyor boynuma
Seni hatırlamalı
Seni kanatmalı en kırgın gecelerde
İyi bir şarkının nakaratında senden söz etmeli
Papatyalardan taç takmalı sana varacak yollara
Seni bırakmamalı
Kim varsa haykırmış gidene
Senin yüzüne doğru bakmalı
Anmalı seni güzel bir çocuğun gülüşünde
Senin gitmeni adlandırmamalı
Sen dünyadaki bütün iyi şeyler gibi kaldın
Adın cumhuriyet gibi değerli soluğumda
Okunmuş bütün dualarım sana iyi niyetler bırakır
Topla bütün bavullarını yüreğimden
Bana her telaş seni hatırlatır
Seni bir bahar gelip alacak
Beni söyle ona
Seni istediğin her yere bırakır
Bir kalbi ancak bir kelebek taşır...
-Alıntı
Anksiyete
Hüzün dolu bir gündü. Aslında her gün ona böyle hissettiriyordu. Çok fazla uyumaya başlamıştı. Çok fazla dikkati dağılıyordu. Dinlediğini anlayamıyordu. Sürekli boşluklara dalıyordu. Ve bunun düzelmesi için hiçbir şey yapmıyordu. Kendi benliğini kaybetmeye alışmış, hatta bunu kabullenmişti. Aksini istemiyordu. Gözlerinin önüne hep geçmişteki hatıraları geliyordu. O, artık bir anksiyete haline girmişti. Sürekli olumsuz şeyler düşünmekten; kendi kabuğunun dışına çıkmaya korkuyordu. "Neden" diye sorduklarında: "bilmiyorum, belki de bunu hak ediyorumdur" diyordu. Neden hak ettiğini düşünüyordu? Hep yaptığı hatalar olduğunu düşünürdü. O, hatalardan aldığı dersler sonucunda "iyilik" kavramına yaklaşırdı. Olumsuz düşünme sebebi, vicdanını rahatlatmanın o kadar kolay olmadığıydı. Şu an böyle olmasının sebebi, geçmişte bıraktıklarıydı. Her insan yaşattığını yaşarmış. Belki de bundandı. Kendini savunmasız hissetmek istemiyordu. Güçlü gözükmek istiyordu. Korkuyordu. Yıpranmaktan, sevdiklerinin yanında olmamasından... O, kendisi için hiçbir şey düşünemez hale gelmişti. Hep başkalarının mutluluğuyla kendini motive eder olmuştu. Kendisini unutmuştu. Bu unutkanlık, onu tanınamayacak hale getirmişti. Tanınmak istemediği bir boşlukta uyumak istiyordu sadece. Uyanmamak üzere...
26 Kasım 2016 Cumartesi
Yağmur Güzeli
|
25 Kasım 2016 Cuma
Öylesine
Geleceğini merak ederek izledim kendi hayatımı.
Mutluluk ve başarı bekledim hep.
İkisini de bulduğum zamanlar oldu, ikisini de kaybettiğim zamanlar.
Hayatın benle dalga geçtiği ve benim hayatla dalga geçtiğim zamanlar oldu.
Hayal kurmaktan bile korktuğum günler gördüm.
Hayallerimi bile aşan günler bazen.
Geçmişi unutmayı öğrendim, geleceği merak etmemeyi.
Mutluluk ve başarı bekledim hep.
İkisini de bulduğum zamanlar oldu, ikisini de kaybettiğim zamanlar.
Hayatın benle dalga geçtiği ve benim hayatla dalga geçtiğim zamanlar oldu.
Hayal kurmaktan bile korktuğum günler gördüm.
Hayallerimi bile aşan günler bazen.
Geçmişi unutmayı öğrendim, geleceği merak etmemeyi.
Adam-Kadın
Adam bendim, kadın o.
Adam basit, kadın off.
Adam ateş, kadın cız.
Adam deprem, kadın enkaz.
Adam bronşit, kadın tümör.
Adam yara, kadın sızı.
Adam acı, kadın hüsran.
Adam rüya, kadın kâbus.
Ve adam kırılmıştı kadın paramparçayken,
Ve adam ölüyor, kadın ceset...
Adam basit, kadın off.
Adam ateş, kadın cız.
Adam deprem, kadın enkaz.
Adam bronşit, kadın tümör.
Adam yara, kadın sızı.
Adam acı, kadın hüsran.
Adam rüya, kadın kâbus.
Ve adam kırılmıştı kadın paramparçayken,
Ve adam ölüyor, kadın ceset...
Geceye Bir Cümle Bırak
"Ne istersen görürsün gökyüzüne bakarsan, ve istersen ölürsün gözlerini kaparsan"
24 Kasım 2016 Perşembe
Neden
Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Yapamıyordu. Yaşadıklarına karşı bir direnç gösteremiyordu. Güveni defalarca kırılmıştı. Herkesten şüphe ediyordu. Neden diye sorguluyordu. İyiliğin bu kadar kolay olduğu dünyada neden kötülük yapabiliyor insan? Neden merhamet duygusunu bile yitirmişti insan? Neden bu hayatın bir de sonu olduğunu bilmiyordu insan? Neden bu denli gözlerini karartıyordu insan? Nedameti bu yüzdendi. Bu insanları hayatına sokabilen yine kendisiydi. O, kendine hep şunu söylerdi: "Her şeyimi kaybetsem bile, merhametim beni ayakta tutsun" Bildiği tek şey bu cümleyi her zaman yaşatmak istediğiydi. Bu cümleyi yaşatmak elindeydi. Bazen kendini kalabalığın içinde yapayalnız hissederdi. Kendi kendine konuşmaktı onun için yazı yazmak. Kendini dökmekti. Kendini görmekti. Kendisiyle yüzleşmekti en çok da... Baktığı pencereden görmesini istediği insanlara okuturdu bu yazıları. Kendine bir şey katmak isteyenlere...
Baba
Babasının günlüğünü okumayı çok severdi. Orada tüm küçüklüğü, tüm mazisi vardı. Babasının her şeyi bu kadar detayla not etmesine çok şaşırırdı. Babasının yazısı çok güzeldi. Belki de o babasının sayesinde yazmaya böylesine merak salmıştı. Anlatamadıklarını, yaşatamadıklarını uzun uzun yazardı. Babası da öyleydi... İçinde yaşardı her şeyi. Gözyaşlarını bile içine dökerdi. Bu yönüyle babasına çok benzerdi. Üzüntü paylaşılınca geçmezdi. Çok büyük keşkeleri vardı, hayatına dair... Özlem duygusunu çok derin hissediyordu bu yüzden. Tarihler, saatler aklına geliyordu. Unutmak mümkün müydü? Asla... Şimdilerde yazılarını okuduğu adam yanında yoktu. En çok da ona dair keşkeleri vardı zaten. Günlüğünü açtığında kendini tutamaz, ağlardı. Ama bu ağlamak, ona çok iyi gelirdi. Çünkü, huzur kokardı o günlükteki anılar. Gözlerinin önüne getirirdi yaşadıklarını, iyisiyle kötüsüyle... Yüce gönüllüydü babası. Kıymetini kaybettikten sonra anlamasıydı en büyük üzüntüsü. Ölümdü en büyük gerçeği bu hayatın. En çok unutulan ama en gerçek olanı hem de...
Baş Ağrısı
Başı çok ağrıyordu. Ama bundan keyif alır gibiydi. Dikkatini bu acıyla dağıtmak istiyordu. Belki de bu acı, ona düşünmekten korktuğu şeyleri unutturuyordu. Unutmak? Unutmak, öyle kolay değildi. Unutmak denilen şey, aslında yeniden hatırlamaktı. Unutmaya çalışmak, öyle kolay değildi. Bu yüzden içki içmezdi. O, derdini bile önemsiyordu. Aslında bu melankolik düşünceleri kafasından ne atmak istiyordu ne de onlarla yaşamak. İkisinin arasında kalmıştı Dante gibi. Nasipsizliğine çok inanırdı. Kafasında hep olumsuz düşünceler barındırırdı. Onun derdine ortak olmak isteyenleri nazikçe reddederdi. Çünkü, anlatınca geçmezdi. Geçemezdi... Ben böyle mutluyum derdi. Kendi içine kapatmıştı duygularının düğümünü. Bu kördüğümdü. Kendisi bile çözemezken, başkalarına müsaade etmezdi. Hep şöyle söylerdi: "Yanında mutlu olabildiğim insanlar istiyorum" İnsanlar? Hep zarar görmüştü bu kavramdan. Tam ayağa kalkacakken tekrar yıkılmıştı. Pes etmişti artık. Sessizlik ve karanlık istiyordu. Hatta fazla uyuyabilmek istiyordu. Birkaç gün uykudan uyanmamak... Unutmak dedik ya işte. Unutmak, öyle kolay değildi.
Yazık
Soğuk bir geceydi, yüzüne çarpan ürpertiyi tarif edemiyordu. O an tutulmuştu. Yüzünde bir huzur hissetmişti. Ama kısa süreli bir huzur... Bu dönem açlığı sadece huzura değildi. Birçok kavrama açtı çünkü. Yaşayamadıklarına mı üzülmeliydi, hayalini kuramadıklarına mı? Sorularının cevabı, elbette hayatın kendisiydi. O en çok hayal kurmayı severdi. Duygularını bir tek orada yansıtabilirdi çünkü. Hayaldi işte... Olmasa da hayal. Karanlığı bu kadar sevme sebebi belki de buydu. Gözlerini kapatma fırsatına gerek bile yoktu. Karanlıkta gözlerinin önüne gelirdi yaşatmak istedikleri. Yaşatmak? İnsanın elinde sadece "inanç" kavramı varken biraz zor olmalıydı bu olgu. İnanç? Sadece inançlı olmak yetmezdi. Yapılması gereken? Onu da bilmiyordu ki... Kapatmıştı tozlu günlüğünü cümlelerini bitirdikten sonra. Birisi okur diye bir korkusu yoktu. Okuyan yazık diyecekti çünkü...
8 Kasım 2016 Salı
Cafe Kukla Kadıköy
Arkadaşlar merhaba... Bugün sizlere bir mekan önerisinde bulunacağım. Bu ara -güzel mekan arayışları içerisine girdim ve başarıya ulaşıyorum diye düşünüyorum. Çünkü, bu cafe son derece önerilmeyi hak eden naif ve otantik bir yer... O zaman başlayalım. Ufak bir yer önce onu söyleyeyim. Çalan müzikler çok soft... (yani dinlendirici demek istiyorum, soft deyince böyle cool filan olduğumu düşünmeyin) Duvarlar da paylaştığım fotoğrafta görmüş olduğunuz gibi güzel tasarımlarla donatılmış. Tek başınıza gittiniz diyelim, alın kitabınızı okuyun, yanında orta şekerli türk kahvenizi alın. (Türk Kahvesi : 6 TL) Yani ortamdaki ses sizi rahatsız etmez, ve zaten mekanda kütüphane disiplini var. Ders çalışmaya gelenler de gördüm. Öyle yüksek sesli konuşmalar ve kahkahalar duyulduğunda uyarı alabilirsiniz. Ee, bu ne alaka diyebilirsiniz ama bence güzel bir durum bu. Mekanın ruhunda böyle bir sükûnet var. Benim en çok hoşuma giden ise, masalarda böyle ufak ufak notlar var; gelen müşterilerin yazmış olduğu. Aşk acısı çeken mi ararsın, sevdiğine söyleyemediğini kağıda döken mi... Hepsi var o minik notlarda. Notları okuyunca bir tebessüm ediyorsunuz. Hatta benim de yazmış olduğum bir not var aralarında: "Her şeye alışılıyor" Evet, ne yapacaksın her şeye alışıyor insan; sonuna kadar acısını yaşasa da... Neyse konumuza dönelim. Güzel olan şeylerden biri de mekanda ufak bir kitaplık var, isteyen satın alabilir, gayet makul fiyatlarda. (5 Kitap - 20 TL) Çalışanlar da son derece güler yüzlü. Ve mekan sahipleri böyle felsefik bir vizyona sahip. Yani böyle tartışılacak bir konu varsa masa da, -hiç çekinmeden dahil olabilirler. Bu da cafeye özgü bir durum diye düşünüyorum. Ben elimden geleni yazdım. Şimdi sizlere mekanı gidip görmek düşüyor. Saygılarımla...
7 Kasım 2016 Pazartesi
Kürk Mantolu Madonna
Bloguma kavuşmuşken size bir kitap önermeden bugünü kapatmak istemedim. Bugünkü önerim, TV8 "Aramızda Kalmasın" programındaki Funda Özkalyoncuoğlu'nun kitabın ismindeki illüzyona takılarak birtakım uydurma -özeti sonrası sosyal medyanın diline dolanan; "Kürk Mantolu Madonna"
(Funda Hanım, -bilmiyorum demeyi unutmuş olabilir...)
Neyse, biz konumuza dönelim. Bu kitap, Sabahattin Ali'nin Türk Edebiyatı'na kazandırmış olduğu baki eserlerden biridir. Bugüne dek okumadıysanız hemen bir arkadaşınızdan kitabı isteyin. Yani illaki bir arkadaşınız okumuştur; ondan hemen gidip "satın alın" demedim. Tek seferde bitirebileceğiniz cinsten bir kitap. Yalnız şöyle bir ön bilgi vereyim. Sabahattin Ali'nin dili alışmadık okuyucu için başta biraz sıkıcı gelebilir. Yani söylemek istediğim adam kitabı, eski dilde kelimelerle yazmış. (tekasüf, nahvet, murahhas, inkisar, infial gibi) Ben bu kelimeleri anlamlarıyla not defterime yazdım. Biraz vizyonumuz genişlesin. Sabahattin Ali ile ilgili söyleyeceğim en güzel şey; muazzam betimlemeler yapabilen bir yazar. Yani kitabı okurken gözlerinin önüne getiriyorsun yazılanları. O yüzden betimlemeler kısmını tekrar tekrar okudum. Konumuza dönecek olursak;
"Kitabın baş karakterleri Maria Puder ve Raif Efendi. Raif Efendi, 20'li yaşlarında babasının isteği üzerine gittiği Berlin'de, sanata olan ilgisi sayesinde bir sanat galerisine gider. Galerideki tablolar arasında bir sanatçının otoportresini görür ve tablodaki kadını hiç tanımamasına rağmen platonik olarak aşık olur. Bu tablo onda daha önce hiç hissetmediği duygular uyandırır. Raif Efendi tablodaki portrenin, Andrea Del Sarto tarafından yapılmış "Madonna delle Arpie" isimli tablodaki Madonna'nın portresine benzediğini düşünür. Tabloya o kadar hayran olur ki fırsat buldukça tabloyu görmeye gider, fakat başka gözlerin onu takip ettiğini farketmez. Artık ritüel halini alan bu tabloyu seyretme seansınlarından birinde bir kadın onun yanına gelir. Bu kadın, tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder'dir. Maria, Raif'in tabloya olan hayranlığının farkındadır. Raif ise başta onun kendisiyle alay eden biri olduğunu düşünür. Tablonun sahibi ile konuştuğunu öğrenince ise dünyası bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değişir."
Açık konuşmak gerekirse, kitabın son sayfasında ağladım. Çok net ağladım yani. Hani böyle tutmaya filan çalışmayın kendinizi. Ağlayın, rahatlatın kendinizi. Bazen ağlamak, güzel bir motivasyon oluyor insana. Ben kitabın sonuna da şu notu yazdım.
"Bazen aşk, ölen bir bedenin ruhunu tekrar yaşatmaktır" (Yanlış anlamayın, böyle aşk adamıyım ayakları yapmıyorum. Bu cümledeki aşkı yaşayan varsa da, sonsuz şükranlarımı sunuyorum efendim...)
Bu söylediğimi kitabı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız. Not: Troll filan vermedim rahat olabilirsiniz. Saygılarımla...
"Bazen aşk, ölen bir bedenin ruhunu tekrar yaşatmaktır" (Yanlış anlamayın, böyle aşk adamıyım ayakları yapmıyorum. Bu cümledeki aşkı yaşayan varsa da, sonsuz şükranlarımı sunuyorum efendim...)
Bu söylediğimi kitabı okuduğunuzda daha iyi anlayacaksınız. Not: Troll filan vermedim rahat olabilirsiniz. Saygılarımla...
Bazen karalaması
birbirine güzel anılar katabilmektir bazen,
bazen beraber ağlamaktır,
bazen ise içten içe gülmektir,
bazen sarhoş olana dek içmektir,
bazen sımsıkı sarılmaktır hiç konuşmadan; kokusunu içine çekerek,
bazen detone olacağını bildiğin hâlde şarkı söylemektir,
bazen içini dökmektir suyla konuşurcasına,
bazen cümle kuramamaktır gözlerinde kaybolurken,
bazen çektiğin acıları göze almaktır,
bazen mesafeleri yıkmaktır,
bazen susmaktır,
bu hayat bazenler ile doludur...
-önemli olan bu bazenleri "birisinde" yaşatmaktır.
bazen beraber ağlamaktır,
bazen ise içten içe gülmektir,
bazen sarhoş olana dek içmektir,
bazen sımsıkı sarılmaktır hiç konuşmadan; kokusunu içine çekerek,
bazen detone olacağını bildiğin hâlde şarkı söylemektir,
bazen içini dökmektir suyla konuşurcasına,
bazen cümle kuramamaktır gözlerinde kaybolurken,
bazen çektiğin acıları göze almaktır,
bazen mesafeleri yıkmaktır,
bazen susmaktır,
bu hayat bazenler ile doludur...
-önemli olan bu bazenleri "birisinde" yaşatmaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)